Bir hakikati ifade etmenin binbir türlü yolu vardır. Ecdâdımız, “Üslûb-i beyân, ayniyle insandır.” demiştir. Yani bir insanın sözü söyleyiş tarzı, onun şahsiyet ve kimliğini ele verir. Kaba, hodgâm insanlar, kaş yaparken genellikle göz çıkartırlar. Söyledikleri doğru olsa da, gereği gibi söylemediklerinden muhataplarını incitir veya kendi başlarına belâ açabilirler. Bu yüzden “doğru söylemek” önemli olduğu gibi “doğru şekilde söylemek” de önemlidir, hatta belki daha da önemlidir.
Rivayet edilir ki, bir sultan rüyâ âleminde dişlerinin önden arkaya doğru döküldüğünü görmüş. Gördüğü rüyânın yorumunu yaptırmak üzere tâbircilerden birini huzuruna çağırtmış.
Rüyâyı tâbir eden kimse:
“- Sultanım, o kadar uzun yaşayacaksınız ki bütün oğullarınızın ölümlerini göreceksiniz.” diye rüyâsını tabir edivermiş.
Ancak sultan şeamet tellalı gibi kötülükleri haber veren bu tâbir şekline kızmış ve muhafızlarına bu adamı derhal zindana atmalarını emretmiş.
Sonra başka bir tâbirciyi çağırarak aynı rüyâyı ona da anlatmış ve kendisinden tâbir etmesini istemiş. O da:
“- Sultanım, Allah size o kadar bereketli ve uzun bir ömür ihsân edecek ki, evlatlarınızın hepsinin saâdetlerini göreceksiniz ve hepsinden uzun yaşayacaksınız.” diyerek rüyâyı tâbir etmiş.
Bu ifadeler ve bu müjdeli haber, sultanın çok hoşuna gitmiş ve tâbirciye kese kese altın ihsan etmiş.
Aslında iki rüya tâbircisi de mahiyeti itibariyle aynı şeyi söylemişler. Lâkin ilki, söyleyeceklerini incelik ve nezâketten uzak, kaba bir üslupla dile getirmiş, ikincisi ise insanın hissiyâtını dikkate alan ince, nâzik ve zarif bir lisân kullanmış. O halde sözü, yerli yerinde ve ustaca söylemek çok ehemmiyetlidir. Yunus Emre'nin de ustalıkla ifade ettiği gibi:
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ide bir söz.
Kur’an-ı Kerim, Müslümanların ifade ve üsluplarına dikkat etmelerini, bir şey söylerken veya dîni tebliğ ederken muhataplarının duygu, düşünce ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmalarını öğreten âyet-i kerîmelerle doludur. Mesela Firavun'a, hakkı ve adâleti tavsiye etmek üzere gönderilen Hz. Musa’ya (a.s.) “leyyin lisân: Yumuşak bir ifade tarzı” kullanması emredilmiştir. (Taha 44)
Aynı şekilde ashab-ı kirama, Peygamberimize (S.A.V.) hitap ederken “ismi ile hitap etmemeleri” O’nu kendi aralarında seslendikleri gibi çağırmamaları, O’nun yanında seslerini yükseltmemeleri, aksi halde yapmış oldukları amellerinin boşa gidivereceği bildirilmiştir. (Hucurat 2-4) Bakara Sûresinde de Peygamber Efendimize (S.A.V.) hitap ederken “bize bak, bizi gözet” manasında “Râinâ” denmemesi, çünkü bu sözü bazı art niyetli kimselerin Allah Rasûlüne hakaret etmek için kullandığı, bunun yerine aynı mânâda “Ünzürnâ” demeleri istenmektedir.
Bu ve benzeri misaller gösteriyor ki, Müslümanlar gerek kendi aralarında gerekse gayr-i müslimlerle konuşurken söylediklerine ve söyleyiş üsluplarına dikkat etmelidirler. Mü’min sözü hak ve hakikat olduğu gibi üslubu da zerâfet ve nezâket barındırmalıdır. Çünkü Rabbimiz, en büyük hakikat olan kendi varlık ve birliğini, en güzel bir üslupla Kur’an-ı Kerîm şeklinde bizlere haber vermiştir.
Kaynak: Şebnem Dergisi
Yazar: Mehtap Bahar