Son günlerde müthiş bir hastalığa tutulmuştum. “Nasihat Çekme Hastalığı.”
Çevremdekilerin hâl ve hareketlerinden konuşmalarına ve hatta kıyafetlerine kadar her şeylerine bir kulp takıyor ve çektiğim nutuklarla, onların hayatına yön vermeye çalışıyordum.
O gün otobüste rastladığım çocukların da sözlerimden mahrum kalmamalarını istemiştim. Her ikisinin de 7-8 yaşlarında olduğunu tahmin ediyordum. Önümdeki koltuğa anneleriyle birlikte oturmuşlar ve çantalarına sıkı sıkıya sarılmışlardı.
Birisinin bana doğru bakmasından istifade ederek:
- Merhaba delikanlı, dedim. Herhalde okula gidiyorsun. Söyle bakalım İslâm’ın şartı kaç?
Çocuk tepeden inme bu soru karşısında ne diyeceğini bilememiş ve yüzüme şaşkın şaşkın baktıktan sonra başını öne eğmişti. Belli ki böyle bir şeyden haberi bile yoktu.
Bu sefer diğerinin omzuna dokunup:
- Kardeşin sorduğum soruyu bilemedi, dedim. Peki sen Peygamberimizin ismini biliyor musun?
O da cevap verememiş ve üstelik hiç aldırmamış gibi görünerek, kardeşi ile birlikte gülüşmeye başlamıştı.
Can sıkıntısıyla annelerine dönüp:
- Çocukların bu kadar boş yetişmelerinden üzüntü duymalıyız, dedim. Üstelik okula da gidiyorlar değil mi?
Kadın hüzünlü bir ifadeyle:
- İki yıldır getirip götürüyorum, dedi. Ama sorularınıza cevap verebileceklerini zannetmiyorum.
Sesimi biraz daha yükselterek:
- Bu basit bilgileri okulda öğrenmeseler bile sizin vermeniz gerekirdi, dedim. Memleketin geleceği onlara bağlı öyle değil mi?
Kadın, herhalde suçunun büyüklüğünü anlamış ve bir şeyler diyecek gibi olmasına rağmen, susmayı tercih etmişti. Birkaç durak sonra otobüsten indi ve çocukların ellerinden tutarak, okul olduğu anlaşılan bir binaya doğru ilerledi.
Otobüs camının buğusunu silerek, girdikleri kapının üzerindeki yazıyı okudum.
“Sağır ve Dilsizler Okulu” yazıyordu.
(Cüneyd Suavi'nin Hayatın İçinden adlı kitabından alınmıştır.)